Skip to main content

Gıdanın Geleceği

Unilever Türkiye, Orta Asya ve İran Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Seçkin ile Söyleşi

Unilever, küresel “Sağlıklı ve Kaliteli Yaşamı Güvence Altına Almak” amacına nasıl katkılarda bulunuyor? 
 

Bize göre, sağlık ve kapsayıcılık bir ayrıcalık değil, bir hak olmalıdır. Güvenli içme suyunun bulunmaması, sanitasyon ve hijyen yetersizliği gibi durumlar, bugün hala dünyada çok sayıda insanı etkiliyor ve önemli sağlık sorunlarına hatta ölümlere yol açıyor. Dünyamız hasta, eşitsizlikler arasındaki makas ise giderek açılıyor. Hal böyleyken sağlıklı bir iş sürdürmek, sağlıklı insanlardan bahsetmek mümkün olabilir mi? 

Sabun, diş macunu, temizlik deterjanları gibi ürünlerimizin hastalıkları önlemeye yardımcı olabileceğini biliyoruz. Bunun gibi günlük ürünler farkındalıkla birleştiğinde, güçlü birer değişim aracı haline gelmeleri mümkün. Ancak bunun da ötesinde tüketicilerimiz, müşterilerimiz, çalışanlarımız, tedarikçilerimiz, toplumumuz ve gezegenimizden oluşan tüm paydaşlarımız için değer yaratmak ve çözüm bekleyen konularda da birlikte hareket ederek değişimin öncüsü olmak zorundayız. Acil neşter vurulması gereken alanlara müdahale etme sorumluluğunu hissediyoruz.

Bundan 10 yıl önce, büyümemizi sürdürürken, çevresel ayak izimizi azaltmaya, insanların yaşam kalitesini, sağlığını ve refahını iyileştirmeye yardımcı olmayı amaçlayan Unilever Sürdürülebilir Yaşam Planını hayata geçirdik. Bu plan doğrultusunda, küresel ‘Sağlıklı ve Kaliteli Yaşamı Güvence Altına Almak’ hedefine hizmet eden çalışmalar yaptık. İçme suyuna erişim, daha iyi hijyen, daha iyi beslenme, ağız sağlığı, özgüven yoluyla milyonlarca insanın sağlığının ve esenliğinin iyileştirilmesine odaklandık. Kadınlara fırsat eşitliğini, işyerinde adaleti teşvik etmenin yanı sıra küçük çiftçilerin ve küçük distribütörlerin daha sürdürülebilir uygulamalar geliştirmelerine ve daha yüksek gelirlere sahip olmalarına yardımcı olmak için destek vermeye çalıştık.

Covid-19 pandemisinin etkisiyle gıda güvenliği, gıdaya ulaşım, protein kaynakları ve tarımsal üretim alanındaki sistemsel aksaklıklar daha görünür hale geldi. Geleceğe yönelik gıda güvenliği konusunda Unilever’in bakış açısı ve planlarından bahseder misiniz?
 

Küresel açlığın veya yetersiz beslenmenin artmaya devam ettiği bir zamanda meydana gelen pandemi, gıda güvenliği konusundaki riskleri ve küresel gıda sisteminin aşırı kırılganlığını bir kez daha gözler önüne serdi. Aynı zamanda herkese, esnek bir gıda tedarik zincirinin önemini hatırlattı.

Dünyanın en büyük gıda üreticilerinden biri olarak, küresel gıda sisteminin yeniden şekillenmesi için de sorumluluk taşıdığımıza inanıyoruz. Bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz çalışmalara ek olarak geçen yıl başlattığımız “Yarının Gıdaları İnisiyatifi” kapsamında; ürünlerimizde sürdürülebilir tarımsal ham maddeler kullanımını artırmak, bitki temelli gıda portföyümüzü önemli ölçüde büyütmek, besleyici gıdaları herkes için erişilebilir kılmak, tüm ürün gruplarımızda kalori, tuz ve şeker miktarını azaltmaya devam etmek, gıda atığını yarıya indirmek gibi çok net ve heyecan verici hedeflere ulaşmak için çalışıyoruz.

Küreselleşme ve kapitalizmin toplumun ve gezegenimizin aleyhine gelişimini reddeden Unilever, Compass Stratejisi ile toplumun ortak geleceği için çalışacağını duyurdu. Unilever Compass Stratejisinin Türkiye operasyonlarının sahadaki yansımaları nelerdir? 

Bugün küresel zorlukların büyüklüğü karşısında işletmelerin üstlenmesi gereken rol, yalnızca daha az zarar vermekle ilgili değil, aynı zamanda daha fazla fayda sağlamakla da ilgili. Gezegene zarar vermeden büyümenin yollarını arayıp bulurken, aynı zamanda daha adil, daha eşit, daha kapsayıcı topluluklar oluşturmak için de iş dünyası olarak üzerimize düşen sorumluluklar var.

Biz her işimizde, Türkiye için iyi olanın Unilever için de iyi olduğu inancıyla hareket ediyoruz. Bu vizyonumuzun bizi daha güçlü kıldığını ve işimizi daha iyi bir noktaya getirdiğini düşünüyorum. Bugün Türkiye’de her evde bir Unilever ürünü bulunuyor. Bu, değişim yaratmak için büyük bir fırsatımız olduğunu gösteriyor. Bu doğrultuda son yıllarda, markalarımızın hepsinin toplumsal bir amaç edinmesine çok büyük çaba gösterdik.  Nitekim büyümemizde lokomotif rol üstlenen markalarımız aynı zamanda; iklim krizi, çevre kirliliği, atık yönetimi, kadının iş dünyasında varlığının güçlenmesi, genç kızların özgüvenlerinin artması, hayvan haklarının savunulması, siber şiddetle mücadele, sürdürülebilir tarım, pozitif beslenme, çeşitlilik, kapsayıcılık, sağlık ve esenliğin artırılması, kalıp yargılarla mücadele gibi onlarca konuda aksiyon alıyor, bir misyon üstleniyor. Markaların değişimi tetikleyici bu gücünü çok önemli buluyorum.

Unilever yaşam pusulamız, amaç odaklı geleceğe hazır bir şirket olmaya kilitlendi. Çünkü inanıyoruz ki, amacı olan şirketler kalıcıdır, amacı olan insanlar gelişir ve amacı olan markalar büyür. Nitekim Türkiye’de markalarımızın sürdürdüğü programlar sayesinde Domestos ile 4,5 milyon üzerinde çocuğa; OMO ile 1.150.000 öğrenciye; Dove ile 305 bin gence; Lipton ile 36.400 çiftçiye; Knorr ile 13.000 çiftçiye; Unilever Food Solutions ile 52.000 mutfak personeline dokunduk, iş ve özel yaşamlarında önemli bir fark yarattık. Axe, Elidor gibi güzellik ve kişisel bakım markalarımız, Pozitif Güzellik vizyonuyla eşitlikçi, kapsayıcı ve gezegen için sürdürülebilir yeni bir güzellik çağına öncülük ediyor. 2022’de de tüm ekosistemimizde daha kapsayıcı, dönüştürücü ve pozitif bir etki yaratmak üzere çalışmayı sürdüreceğiz.

FAO’nun raporlarına göre dünyada yıllık üretilen 4 milyar ton gıdanın 1,3 milyar tonu çöpe atılıyor. Unilever bu sorunla başa çıkmak için ne gibi çözümler üretiyor?

Ülkemizin ‘Sıfır Atık’ gündeminin destekçisi ve sıkı uygulamacısıyız. Öncelikle Unilever içine bakacak olursak, uzun süredir “Çöplüklere Sıfır Atık” programları sürdürüyoruz. 2013 yılından beri hızlı tüketim ürünleri sektöründe bir ilk olarak 6 fabrikamız, 2015’ten bu yana da ofislerimiz, depolarımız ve Ar-Ge merkezlerimiz ‘çöplüğe sıfır atık’ statüsünde çalışıyor. Bunun yanı sıra bir ton üretimde imha edilmeye gönderilen atıkları yüzde 96 oranında azalttık.

Çöplüklere sıfır atık ayak izi, doğrudan gerçekleştirdiğimiz faaliyetler açısından tartışılmaz öneme sahiptir. Ancak bunu hiçbir zaman yeterli göremeyiz. Aynı zamanda hiçbir iyi gıda ürünümüz çöpe gitmemeli. Bu konuda yaratabildiğimiz en büyük etki, tedarikçilerimizi ve müşterilerimizi liderliğimizi takip etmeleri için etkileme ve özellikle tüketicilerimizi yiyecekleri konusunda daha becerikli ve daha az israf etmeye yönlendirme kabiliyetimizde yatıyor. Tüketici kullanımı başına atık etkimiz 2010 yılından bu yana yüzde 32 oranında azaldı. “Yarının Gıdaları Girişimi” ile bunu bir adım daha öteye taşıyarak, 2025 yılına kadar üretimden, ürünlerimizin raflara ulaşmasına kadar olan süreçteki doğrudan faaliyetlerimizde gıda atıklarını yarıya indirmeyi taahhüt ettik.

Sözleşmeli tarım konusunda projeleriniz var mı? Topluma katkınızdan bahseder misiniz? 

2010 yılından bu yana “Lipton Sürdürülebilir Çay Tarımı Projesi”ni gerçekleştiriyoruz. Bu projeyle yola çıkarken Doğu Karadeniz’in doğal zenginliklerini korumayı, 200 bin kişinin geçim kaynağı olan Türk çayını gelecek nesillere aktarmayı ve çiftçilerimizin hayatında iyileştirmeler yapmayı amaçladık. O günden bu yana, Lipton ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarının iş birliğiyle çay tarımı ve çay çiftçilerinin yaşantısına değer katmak için çalışıyoruz. 2011 yılından beri her yıl 36.400 kişiye toplamda 100 bin saat eğitim verildi. Bu eğitimlerde doğru kayıt tutma, atık yönetimi, doğru çay tarımı uygulamaları gibi ekonomik; mesleki sağlık ve güvenlik; eşit haklar sağlanması gibi sosyal; ve doğal hayatı koruma ve erozyondan korunma gibi çevresel başlıklar yer aldı. Bu süre zarfında çok önemli ilerlemeler de kaydettik. Türkiye, 2012 yılında Lipton çayın hem üretilip hem tüketildiği ilk ve tek Yağmur Ormanları Birliği Sertifikası (RA) alan ülke oldu. 2011’de Rize’de bölgenin ilk Toprak Analiz Laboratuvarı’nı, 2012’de katı atık toplama ve 2013’te atık su artırma tesislerini hizmete açtık. Ayrıca bölge halkının sağlık sorunlarına yönelik olarak kanser taraması ve ergonomi projeleri gerçekleştirdik.

Knorr markamızla 2012 yılında başlattığımız “Sürdürülebilir Tarım Programı” da devam ediyor. Bugüne kadar birlikte çalıştığımız 4.000 çiftçinin geleceğe dost tarım uygulamalarını hayata geçirmesini sağladık. Böylelikle doğru sulama, gübreleme ve ilaçlama tekniklerinin kullanımını yaygınlaştırarak sürdürülebilir tarımı destekledik. Sadece alım yaptığımız tarlaların çiftçileriyle yetinmedik. Kurduğumuz iş birlikleri sayesinde 9.000 çiftçiyi sürdürülebilir tarımı yaygınlaştırmak amacıyla bilgilendirdik. Tüm bu emeklerimizin sonunda, 2010’dan bu yana sürdürülebilir kaynaklar kullanan tarımsal ham maddelerimizin miktarını yüzde 14’ten yüzde 62’ye yükselttik; öncelikli 13 sebze ve baharatımızın yüzde 86’sını sürdürülebilir kaynaklardan elde etmeyi başardık.

Did you find this useful?

Thanks for your feedback